Dönüşüm // Franz Kafka
Dönüşüm
Franz Kafka
“Gregor Samsa bir sabah yatağında huzursuz düşlerden uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Kabuklu sert sırtının üzerinde yatıyor, başını birazcık yükselttiğinde, kayıp düşmek üzere olan yorganın tepesinde zar zor tutunduğu kahverengi, bombeli ve yay şeklinde şeritlerle bezeli karnını görüyordu. Gövdesine göre acınacak incelikteki pek çok bacağı gözlerinin önünde çaresizlikle titreşiyordu.”
Bu sarsıcı, tuhaf cümlelerle başlayan Dönüşüm, keskinliği ve yalınlığıyla Kafka'nın edebi yoğunluğunu en iyi anlatan eseridir.
Ölümünden sonra yayımlanan romanlarında yirminci yüzyıl insanının yabancılaşmasını anlatır Kafka. Çek asıllı yazarın, insanlıktan çıkarılmak, bürokratik labirentler ve totaliter toplum kabusları, George Orwell’in eserlerine de (Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, 1949; Hayvan Çiftliği, 1955) nüfuz etmiştir. Kafka'nın kötü sağlığı, Açlık Sanatçısı (1924) ve Dönüşüm’de (1915) dramatize edilen fiziksel ve zihinsel çöküş korkusunun ardındaki önemli bir etkendir.
Franz Kafka, 3 Temmuz 1883’te Prag’da doğdu. Babası Hermann Kafka büyük bir manifatura dükkanının sahibiydi; annesi Julie (Löwy) Kafka, Prag’ın Almanca konuşan Yahudi çevrelerinin önde gelen ailelerinden birine mensuptu. Hermann Kafka, despot bir aile babasıydı ve tüm öfkesini oğluna yöneltiyordu. Yazarın öykülerinde sık sık baba ile oğul arasındaki mücadeleye ya da uzak otorite figürlerinden merhamet dileyen aşağılanmış bir bireye rastlanır. Babaya Mektup’ta (1919) şöyle demişti Kafka: “Tüm yazdıklarım senin hakkındaydı; nihayetinde o sayfalarda yaptığım, göğsüne yaslanıp da yakınamadığım şeyler üzerine yakınmaktı. Bile bile uzun vakitlerdir bekleyen bir vedaydı bu.”
Kafka ailevi gerginliklerin ve Prag’daki Yahudi azınlığa mensup olmanın yarattığı toplumsal reddedilişin hakim olduğu bir atmosferde büyüdü. Yahudi köklerine bakış açısı değişkendi. Bir günlüğünde, “Yahudilerle ortak neyim var? Kendimle bile ortak yanlarım az; bir köşede sessiz sedasız durup, nefes aldığım için memnun olmalıyım,” diye yazmıştı.
Kafka, 1901’de Ferdinand-Karls Üniversitesi’ne girerek hukuk okudu ve 1906’da doktorasını aldı. Bu dönemde, aralarında Franz Werfel, Oskar Baum ve hayat boyu arkadaş kalacağı Max Brod gibi isimlerin olduğu entelektüel bir çevreye girdi. 1904’te yazmaya başlayan yazar, gün içinde ofisteyken, iş kazaları ve sağlık tehdidi üzerine raporlar hazırlıyor, geceleriyse öyküler yazıyordu.
Hayatı boyunca pek çok kız arkadaşı olan Kafka, 1912’de arkadaşı Max Brod’un evinde yirmi dört yaşındaki Berlinli Felice Bauer’le tanıştı. Yazar, kendisiyle hayatın “aksi, melankolik, konuşmayan, tatminsiz ve marazlı bir adamla baş başa yaşayacağı bir manastır hayatı” olacağı yönünde uyarmıştı Felice’i. İlişkileri beş yıl sürdü.
Kafka’nın ilk yaratıcı dönemi Hüküm ve Gogol’un Akakiy Akakiyeviç’inin edebi neslinden gelen Gregor Samsa’nın hikayesinin anlatıldığı Dönüşüm gibi öykülerle başladı. I. Dünya Savaşı, Kafka’nın romancı ve öykücü olarak üretkenliğine sekte vurdu, ama o mektuplarla günlükler yazmaya devam etti. 1910’da tutmaya başladığı defterlerde Kafka edebi fikirlerine, düşlerine, günlük olaylara ve deneyimlere yer verdi. Gördüğü tiyatro oyunları ve filmler hayatının önemli bir parçasıydı. Bir Yiddiş tiyatro grubunun bir kafede sergilediği performansın ardından şöyle yazmıştı: “Hiçbir şey kazanmayan, hak ettikleri saygıyı göremeyen ve üne kavuşamayan bu iyi mi iyi aktörlere duyduğumuz sempati, kendimizinkilerden öte, pek çok asil mücadelenin hazin kaderine duyduğumuz sempatidir ancak.”
1914’te Kafka ikinci romanı Dava’yı yazmaya başladı ve Ceza Sömürgesi adlı kısa öyküsünü kaleme aldı –bu öykü Kafka’nın hayattayken yayımlanan birkaç eserinden biridir.
Ağustos 1917’de Kafka verem olduğunu öğrendi. Kız kardeşi Ottla’yla birlikte on ay boyunca Zürau’da kaldı. 1919’da grip nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Kafka gitgide artan sürelerle çeşitli sanatoryumlarda istirahata çekildi. Aynı dönemde, öykülerini Çekçeye çeviren, yirmi dört yaşındaki yazar Milena Jesenská’ya aşık oldu. İlişkileri bittikten sonra Milena gazeteciliğe başladı ve Direniş kahramanlarından biri oldu. Jesenská, 1944’te bir toplama kampında öldü.
Yazar 1922’de emekli oldu. Sonraki yıl, bir tatil kampının mutfağında çalışan ve Ortodoks Yahudi bir aileye mensup, yirmi beş yaşındaki Dora Diamant ile tanıştı. Kafka, hastalığı yüzünden burjuva hayatın günlük sorumluluklarından kurtulmuştu, ama öte yandan geliri de düşmüştü –Prag’daki ailesi ona erzak ve para gönderiyordu. Sürekli olarak mektup yazan Kafka sık sık kartpostal göndermek zorunda kalıyordu, çünkü mektup göndermeye parası yetmiyordu. Sağlığı hızla bozuldu. 1924’te Dora’yla birlikte Viyana dışındaki Kierling Sanatoryumu’na taşındı. Evlilik teklifinin ardından Dora’nın babasına yazdı, ama aldığı cevap olumsuzdu. Gelgelelim, sonraları Dora kendini “Franz Kafka’nın karısı” olarak gördü. Dora, Nazi Almanya’sından, Stalin Rusya’sından ve II. Dünya Savaşı’ndan kurtuldu ve 1952’de Londra’da öldü.
Kafka hayatının son altı haftasını sanatoryumda geçirdi. Ailesine yazdığı son mektupta, çocukluk anılarından, babasıyla bira içtiği zamanlardan bahsetmişti. 3 Haziran 1924’te gözlerini hayata yumdu. Bitiremediği romanı Amerika 1927’de yayımlandı.
Kafka, Yahudi olduğu için Prag’daki Alman cemaatinden dışlanmıştı, ancak hem arkadaşı hem de biyografisinin yazarı olan Max Brod, onun yazarlık kariyerini teşvik etmek için elinden geleni yaptı. Buna rağmen Kafka ancak birkaç öyküsünü yayımladı. Hayatının son iki buçuk senesinde en iyi işlerinden birkaçını bitirdi –bunların arasında Açlık Sanatçısı ve Şarkıcı Josephine ya da Fare Ulusu Yer alıyordu.
Kafka ölmeden önce tüm müsveddelerinin yok edilmesini istedi –arkadaşı Max Brod’a yazdığı bir mektupta şöyle demişti: “Sevgili Max, son isteğim şudur: Arkamda bıraktığım her şey... günlükler, müsveddeler, mektuplar (kendi yazdıklarım ve bana yazılanlar), taslaklar ve diğerleri okunmadan yakılsın.” Ancak Brod bu isteği dikkate almadı ve modern edebiyat klasikleri sayılan Dava, Şato ve Amerika’yı yayımladı. Dora Diamant da onun isteğini göz ardı ederek, Kafka’nın yirmi defterini ve otuz beş mektubunu sakladı, ancak Gestapo 1933’te hepsine el koydu. Yazara ait kayıp belgeleri bulmak üzere uluslararası bir araştırma sürdürülmektedir.
Türkçesi: İlknur İgan
Türü: Dünya Edebiyatı / Uzun Öykü
Yayıma Hazırlayan: Bilge Ceren Şekerciler
Kapak Tasarımı: Deniz Akkol
Cilt Bilgisi: Ciltsiz
Kâğıt Bilgisi: Kitap Kâğıdı
Basım Tarihi: Nisan 2018
Basım Bilgisi: 1. Baskı
Sayfa Sayısı: 100 s.
Kitap Boyutları: 10,5 cm x 19,5 cm
ISBN No: 978-605-5029-90-6
Barkod No: 9786055029906