top of page
Zaman, Zemin, Zuhur  Beliz Güçbilmez

Zaman/Zemin/Zuhur // Beliz Güçbilmez

Stok kodu: 9786256896031

Zaman / Zemin / Zuhur

 

Geçmiş’in izleri, şimdi’nin hızla akan zamansallığı ve geleceği tahayyül biçimleri sanatta, özellikle de tiyatro sanatında yapıta nasıl ve ne ölçüde yansıyor? Unutmaya ve hatırlamaya dair pratikler bizde ve Batı’da nasıl farklılaşıyor? “Unutuşun kolay ülkesinde” yaşayan bizler, geçmişi yok saymaya meylettikçe icra ettiğimiz herhangi bir sanat dalında sadece bugüne çağırabildiğimiz geçmiş temsillerine tutunuyor, hafıza kırıntılarımızla ona yepyeni bir beden şekillendiriyoruz. İşte bu yeni bedeni, zaten bir tür temsil yoluyla işleyen tiyatro sahnesine çıkardığımızda, hakikatten fazlasıyla uzak bir geçmiş imgesiyle kendimizi yanıltıyor olabilir miyiz?

 

Zaman/Zemin/Zuhur’da Beliz Güçbilmez işte tam da böyle bir merakla, Osmanlı’dan köklenen, Tanzimat’la birlikte geçmişinden kopmaya niyetli üstelik Batı tiyatrosuna öykünen gerçekçiliğiyle, yeni kurulan cumhuriyetin gölgesinde filizlenen Türk tiyatrosunun bebek adımlarının peşine düşüyor. Güçbilmez kitabında Antik Yunan’dan beri süregelen Batılı tiyatro geleneğine özenen Türk tiyatrosunun çocukluğunu ve bir nevi ergenlik sancılarını dışarıdan, son derece detaycı ama bir o kadar da anlayışlı bir bakış açısıyla analiz ediyor.

 

Geçmişinden kaçan toplum, o geçmişi yok saymanın yolunu bulmuş, tiyatrosunda, üstelik de gerçeği temsil etmeyi vaat eden “gerçekçi” tiyatrosunda geçmişle hiç ilgilenmemiş, yekpare bir an’da, dondurulmuş bir zaman’da ve salt bir “satıh”a dönüşmüş zemininde, kendini, ansızın zuhur eden hikâyelere tutturmuştur. Öyleyse gerçekçi Türk tiyatrosu kendini derinliksiz, iki boyutlu bir satıh olarak kurdukça, anlattığı hikâyeyi ona yaklaşmadan, kişilerini canlandırmadan dışardan anlattıkça, sadece görünümü, sathı ya da dışıyla ilgilenen bir zâhirperest’e dönüşmüş; Araba Sevdası’nın züppesi Bihruz’un ruhunu hiç durmadan şâd etmiştir.

  • BELİZ GÜÇBİLMEZ

    Beliz Güçbilmez, Mülkiye’de İktisat lisansından sonra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde tiyatro yüksek lisansını ve doktorasını tamamladı. 2008-2017 yılları arasında aynı bölümde “Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı Başkanı” olarak görev yaptı. 2014 yılında tiyatro teorisi alanında profesör unvanı aldı. Kadir Has Üniversitesi’nde “Film ve Drama” yüksek lisans programında konuk öğretim elemanı olarak yazarlık dersleri yürüttü. İlk tiyatro oyunu 2006’da yayınlandı. Oyunları Türkiye’de ve ABD’de bağımsız tiyatrolarda, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda ve Nilüfer Kent Tiyatrosu’nda sahnelendi. Tiyatro teorisi alanında yazdığı kitap ve makalelerde “sahnedışı”, “tekinsiz tiyatro”, “doğrusal perspektifli dramatik yapı” ve “an dramaturgisi”, “minyatüresk dramatik yapı” kavramlarını geliştirdi. “Tiyatro Kavramları”, “Tiyatrallik” ve “Deneyim Olarak Tiyatro” başlıkları altında yüksek lisans ve doktora dersleri yürüttü. Tiyatro alanında İngilizceden kuramsal kitaplar ve oyunlar çevirdi. Tiyatro Araştırmaları Dergisi’nin editoryal ekibinde yer aldı. Sahneleme çalışmaları yaptı. 2017 yılından beri kendi adıyla yürüttüğü okuryazarlık eğitimlerinde kurmaca-gerçek ilişkisi üzerine çalışırken geliştirdiği “Manyetik Alan Metodu”nu anlatmaya, yazmaya ve inceltmeye devam etmektedir.

  • Yayıma Hazırlayan: Murat Oğurlu

    Son Okuma: Çiğdem Şentuğ

    Kapak Tasarımı: Kolektif Tasarım

    Kapak Resmi: Yaşam ve Temsil, Ali Yaycıoğlu, 2023

    Sayfa Düzeni: Semih Büyükkurt

    1. Baskı, Mayıs 2023

    264 sayfa / 2. Hamur / Ciltsiz / 13,5 x 19,5 cm

    ISBN: 978-625-6896-03-1

298,00₺ Normal Fiyat
193,70₺İndirimli Fiyat
Adet

OKUMA PARÇASI


ÖNSÖZ

İnsanın karşısında en zayıf olduğu şey zaman belli ki. Sadece müdahale edemediğimiz için değil, varoluşumuzun herhangi bir ânında dünyaya/doğaya baktığımızda orada her şeyin çoktan kurulmuş olduğunu gördüğümüz, hep geç kalmış olduğumuzu fark ettiğimiz için de. Olan olmuştur yani. Bu izlenimi, insan türünün dünya sahnesine geç çıkmasından, tekil doğum hikâyemize dek genişletebilir ve daraltabiliriz. Hegel’in –doğaya kıyasla– “insanın tarihi vardır” demesi gibi. İşte bu kaçırılmış zamanlarla göz göze gelmenin yollarından biri anlatı ve yazıymış ve gibi geliyor bana. Sanat insanın geç kalmışlığını dünyadan geri alma, onu telafi etme biçimi belki de. Bu geç kalmışlık, sanatı ve yazıyı söylenegeldiği gibi gelecekle ilgili bir şey olmaktan çok, geçmişle ilgili, geçmişe dönük bir şeye, bir gecikmişlik telafisine ve bütün o kayıp zamanları hafızada tutmak imkânsız olduğundan da bir bellek protezine dönüştürüyor. Anlatmanın geleneksel kipi –di’li geçmiştir. Dilbilgisi, neredeyse yazmanın ve anlatmanın kurucu ilkesi gibi “oldu, geldi, gitti”li bütün o fiil çekimlerini “hikâye kipi” olarak adlandırıyor. Olan oldu’nun tozunu üflediğimizde, altından kahramanın müdahale etmeye çok geç kaldığı tragedya formu ve trajik düşüncesi çıkıyor. Ama “olan oldu” tespiti bu kitabın batısıyla doğusunda farklı temsillere açılıyor; Batı tiyatrosunda “mademki her şey geçmişte oldu, öyleyse geçmişe bakmadan bugünü anlayamayız” diyen ve şimdiyi geçmişin sonucu olarak gören bir anlayış ve biçim, bizde ise kapatılmış bir defter.


Zaman/Zemin/Zuhur başlıklı bu kitap, Batı’da ve bizde hatırlamanın, unutmanın ve geçmişi büsbütün yok saymanın tiyatro sanatında aldığı biçimlerle ilgileniyor. Geçmişin tiyatral temsili demek bu. Geçmiş hiçbir durumda o zaman yaşandığı haliyle bugüne çağrılamayacağından her durumda ta kendisi olmama, temsili olma koşuluyla kurulur ama buna bir de tiyatrallik sıfatı eklendiğinde temsil ilkesi de katlanarak yoğunlaşır. Hafıza içeriğini sahneye çağırma, bu nedenle çifte kavrulmuş temsildir ve bu haliyle fazlasıyla alamet okumaya, semptom görmeye müsait hale gelir.


Tiyatrallik, kendini bakışa açmakla; seçilmiş, kurulmuş bir görünürlükle mümkün olabilir. Tiyatro teorisi terminolojisine uzak okurun, şimdilik kendisine “tiyatro sahnesindeki gibi” diye tercüme edebileceği bir kavram tiyatrallik. Kitabın belli bölümlerinde bu kavramı biraz daha inceltmeye çalışacağım ama bu tanımı başlangıç kabul ettiğimizde şunu söyleyebiliriz; tiyatro sanatı, duygulardan olgulara ve mekânlara kadar her şeyin karşıdan, seyir yerinden nasıl görüleceğini tasarlayarak kurar kendini. Öyleyse her tiyatral gösterimin birinci varlık koşulu seyredilmek, bakılmak, ikincisi de canlı bir sanat oluşuyla bütün bunları şimdi ve burada yapmaktır. Hatırlamayla ve hafızayla kurulan bağlantının kuvveti de bu ikinci koşul sayesinde mümkün olabiliyor zaten.


Bu notu biraz da şunu vurgulamak için düşüyorum: bu kitabın malzemesi sadece dramatik oyun metinleri değil de onun hep sahne için yazılmış olduğu fikriyle, demek ki başka bir edebi metinden –diyelim romandan– farklılığıyla ele alınıyor. İkisinin arasındaki fark diyalog oranı değil, bu görülme koşulu, gösterme jestidir. Yani kitap, söz edilen oyunların yalnızca geçmiş içeriklerini barındırmasıyla değil, esasen bu içeriklerin oyunun işleyişinde nasıl biçimlendirildiği, mesela hafıza içeriğinin biçimsel olarak nerede, nasıl tutulduğu üzerine düşünüyor.




Diğer Kitaplarımız

bottom of page